26.12.2014

Son Dakika Yeni Yıl Hediyeleri / Şeker Hamurlu Kurabiye & Polyester Boyama



Yeni yıl heyecanı güzel şey!

Bu sene yeni yıldan dileklerim bambaşka, çok büyük... O yüzden her şeye daha da özendim.

Bu seneye özel tüm aileme küçük de olsa el emeği hediye vermek istedim. O nedenle işe kurabiyelerle başladım.
Kurabiye tarifini 'şeker hamurlu süsleme için kurabiye tarifi' vb aramalarla bu işin uzmanı bloglarda bulabilirsiniz. Benim ilk denemem hüsran olunca, kurabiyeyi yapma işini anneme devrettim.

Kadıköy'de şeker hamuru ve bir sürü süsleme satan bir dükkan keşfettim fakat ilk deneme olduğu için basit tutmak istedim. Kırmızı ve yeşil şeker hamuru, yıldız şekerler ve oklavamı alıp dükkanı terk ettim, çok güzel şeyler vardı ama bir anlık heves için çok büyük paralar ödemek istemedim ilk seferde.

Şeker hamurunu oklava ile açıp, kurabiye ile aynı kalıbı kullanarak şekil verdim. Şekerli su ile kurabiyeme yapıştırdım, üstüne yıldızlar ile süsler yaptım. Ta ta ta....


Yine aynı dükkandan aldığım poşet ve kurdelalar ile tek tek paketledim. Şahane oldular sanki :) Bir kısmı yeni yıl hediyelerinin yanına bir kısmı da yeni yıl sofrasına hazırlar.




Son olarak el emeği göz nuru hediyelerim ise aşağıda; polyester objeleri renk renk boyadım, paketledim.

Nasıl yapılacağına gelirse;

  • İnternetten boya ve obje siparişimizi veriyoruz. (Bir sürü hobi malzemesi satan dükkan var, bizzat gidip alabilirsiniz)
  • Gelen ürünleri renge göre 2-3 kat boyuyoruz. Boya olarak akrilik boya kullanabilirsiniz, fırça olarak sünger fırça (mops) önerimdir. Benim gibi sabırsız olmayın, ön iyice kurumadan arkaya geçmeyin.
  • Boyama işlemleri tamamlanınca, vernikliyoruz. (Kuruma sırasında yine sabırsız olmamalı)
  • Güzelce paketliyoruz!


Not: Çalışırken kendimi kaptırmışım hiç fotoğraf çekmemişim, o nedenle bu seferlik kusura bakmayın. Ayrıca kendim için boyadığım peçeteliklerim de aşağıda, fena olmadılar sanki.


Fotoğraflar: Bana ait

19.12.2014

Kadıköy'de Antikacılar



Bir önceki yazımda yazdığım üzere kapalı alanlarda pek bulunamıyorum fakat kendimi iyi hissettiğimde sokaklarda gezme iznim var, tenha olduğu sürece dükkanları da kısa süreli ziyaret edebiliyorum.

Geçtiğimiz günlerde kendimi iyi hissedince, beni en mutlu eden ziyaretimi gerçekleştirdim. Karşınızda Kadıköy sokaklarındaki antikacılar...

Antikacı sevdamı ve Üsküdar'daki keşiflerimi buradan okuyabilirsiniz. Kadıköy'ü bu açıdan henüz keşfedememiştim, aklımda uzun süredir almak istediğim puf olunca, sevgili halamla yollara döküldük.

Şifa yurdu paralelindeki sokakta (Kadıköy Antikacılar Sokağı olarak biliniyor)  ağırlıklı objeler ve enfes antika mobilyalar bulabilirsiniz.


Benim kalbim, aşağıda göreceğiniz kilise orgunda kaldı. Harika bir şey değil mi? En arkalara böyle atılma sebebi, malesef satılmış olması.



Ben gezmeyi çok seviyorum ama antikalardan öyle pek de anlamıyorum malesef. Bu nedenle bu işlerden anlayan halam en büyük yardımcım. Doğru soruları sormak önemli; 'Bu hangi yıllardan?' 'Bu kristal mi, ne kristali?' gibi sorularla en azından düşündüğünüz objeye dair bir şeyler öğrenebilirsiniz. Benim denk geldiğim esnaf genelde çok yardımcı oluyor, 'kaç çeşit kristal var ki?' diye direk onlara da sorabilirsiniz.

Özellikle mobilya alacaksanız, en önemli şey sağlam bir göz sanırım. En arkalara atılmış bir koltuğun biraz cilayla, yeni bir döşeme ile ne hale gelebileceğini göz ardı etmeyin.


Benim puf arayışım, mutlu sonla tamamlandı. Eskiden hepimizin evlerinde olan (hala duranlar olabilir) bu oymalı sehpalar, istediğiniz renk bir döşeme ile harika puf oluyor. Hem yeni yaptıracaklarınızdan daha uygun hem de bence harikalar!



Mesela şu şekilde gördüğünüz bir yerlere atılmış, ters duran bir sehpaya bakıp geçmiyoruz, hemen dükkan sahibine döşetsek bir de ne kadar olur, öğreniyoruz.



Gelelim benim sevgili pufuma. Benim odam ağırlıklı krem tonlarında olduğundan zaten pembe bir puf istiyordum. Görür görmez bu pufu sevdim. Hem de çok uyguna aldım...


Günün bonusu yine uzun süredir çok istediğim, parfüm şişesini bulmam oldu. Nasıl mutlu oldum anlatamam, bu eve taşındığımdan beri makyaj masamda olması hayalimdi fakat 4 aydır neredeyse hiç evden çıkmayınca bu güne kısmetmiş.



Çok uzun gezemedim belki ama biraz toparlanayım dükkan dükkan detaylı yazacağım, söz!

Not: Eski salı pazarından Bahariye'ye çıkan yolda eskici gibi olan dükkanlar var, hem ikinci el eşyalar hem de arada antikalar var. Benim pufum bu dükkanlardan birinden alındı. Bu dükkanları aman atlamayın, harika şeyler çıkabiliyor.

18.12.2014

Zamanında Şükretmediğim Küçük Şeyler Listesi



Yeni yıl yaklaşırken bugün çok farklı bir şükür listesi yapmak istiyorum; 'Zamanında Şükretmediğim Küçük Şeyler Listesi'

Takip edenlerin bildiği üzere şu an hastalığım nedeni ile kemoterapi görmekteyim. İlgili yazıları burada bulabilirsiniz.

Bugün eski fotoğraflarıma bakarken özlediğim şeyleri fark ettim, hayatın akışı içinde anlamsız gelen fakat şükredecek o kadar çok şey var ki. Hep beraber kıymet bilelim, şükredelim diye yazıyorum bu yazıyı. Yeni yıla girerken aslında elimizde ne güzel şeyler var bilelim.

  • Saçlarımı  ördüğüm, tepeden topladığım her fotoğrafıma nasıl imrenerek bakıyorum. Gerçek saçtan yapılma, dışarıda peruk olduğu pek anlaşılmayan bir peruğum var fakat canım saçımı toplamak istiyor, sıcak basınca şöyle tepemde mis gibi bir topuz yapmak istiyorum. Neler neler yapmak istiyorum valla ama tek yapabildiğim eve dönüşte baygınlık geçirip peruğu atmak oluyor. Neyse ben peruğuma şükredeyim, sizler de saçınızı toplayabildiğiniz her ana şükredin!
  • Bağışıklık sistemi, kan değerleri, halsizlik şu bu derken hasta olmam çok kolay. Doktorum bu nedenle kapalı alanları özellikle kan değerlerim düşükken yasaklıyor. Elveda sinema, elvada sıcacık bir kafede kahve keyfi, elveda dışarıda güzel bir yemek yemek, elveda evde ağırlanan kalabalık arkadaş grupları. Ben açık havada yürüyüşlerime şükredeyim, sizler de dışarıda özgürce gezebilmenize...
  • Ucuz uçak bileti görüyorum alamıyorum, tatil planlayayım diyorum planlayamıyorum. Evet hayatta plan yapmak bazen gereksiz fakat bazen de çok güzel ya. Çok özlüyorum bilet alıp heyecanlanmayı. Siz tatil planlarınıza şükredin, ben de umarım yazın tüm bu süreç bitmiş olacağı için ve yaz tatillerim için şükredeyim.
  • Makyaj yapabilmek bazen lüks, kirpik yoksa rimel yok. Kendimi bildim bileli rimel en sevdiğim makyaj malzemem, kirpikler tüy gibi kalınca, kalandan da olmayayım diye 4 aydır rimel süremiyorum. Rimel sürecek kirpiğiniz varsa valla şükredin, ben de kaşlarım hala seyrelse de duruyor diye şükredeyim.
  • Vücudum için kullandığım ürünlerde artık çok seçiciyim, en az kimyasal şu bu derken eskiden kullandığım mis kokulu peelingleri, duş jellerini özlüyorum. Bu biraz şımarıkça oldu biliyorum, tedaviden bağımsız bence hepimiz dikkat edelim. Bilinçli olarak ürün tükettiğimize şükredelim madem. 
  • Mideniz bulanmadığı, kendinizi iyi hissettiğiniz her an aslında oturun şükredin, bunu sırf tedaviyi görenler anlar sanırım :) En büyük kazancım sağlıklı hissettiğim her ana deli gibi şükretmek oldu, siz de ihmal etmeyin.

Yeni yıl için en önemli liste başı kararımız sahip olduklarımıza şükretmek olsun!
Ama güzel yeni şeyler de isteyelim, dileyelim tabi...

Bir de İstanbul'a artık kar yağsa da, iyice yeni yıl moduna girsek, ne güzel olur...

Fotoğraf: Pinterest

8.12.2014

Kapalı Hayat Kutusu Kadıköy Konakları



Bugün harika bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Bitirmeden yazıyorum bu kitabı, çünkü bu kitabı her bölümde farklı bir konağı anlattığı için diğer kitaplarım ile birlikte okumaya devam ediyorum.

Müfid Ekdal'ın 'Kapalı Hayat Kutusu Kadıköy Konakları' adlı kitabı, bana güzel ablamın doğum günü hediyeleri arasında geldi.

Yeni bir Kadıköy sakini, tarih meraklısı bir insan olarak buradaki konaklar özel ilgi alanım. İstanbul'un neresinde olursa olsun yıkılmak üzere, yıpranmış bir konak gördüğümde içim acır, hemen hikayesini öğrenmek isterim. Çamlıca'da hala hikayesini öğrenemediğim benzer bir konak o hali ile içimi acıtıyor benim.

Müfid Ekdal tam bir Kadıköy sevdalısı, aynı zamanda başhekimliğe uzanan bir doktorluk kariyeri mevcut. İnanılmaz titiz bir çalışma ile hikayeleri, konakların tarihini, eski fotoğraflarını bulmuş ve bu kitabı yazmış. Pek çok konağın yıkılıp yerine çirkin apartmanların yapılışına da şahit olmuş. 1918 doğumlu yazarı, ben bu kitabı okumadan 3-4 ay önce kaybetmişiz. Nasıl üzüldüm anlatamam. Keşke bu kitabı 1-2 yıl önce okusaydım, mutlaka Kadıköy'de kendisini ziyaret etmek isterdim.

Bu kitabı okuduktan sonra Kadıköy sokaklarına çok farklı bir gözle yürüyeceğinize eminim. Moda'da gezerken ben tarihi kovalamaya başladım bile. Müfid Ekdal bazı konakların yerine yapılan apartman isimlerini vermiş, bulundukları yerlere bakıp, eski hallerini hayal ediyorum. Çok merak ettiğim Moda Caddesi üzerindeki o harika konağın Dr. Arif Sarıca Paşa Köşkü olduğunu, Barış Manço'nun evinin Mr. Downson'ın ikiz evlerinden olduğunu (ikizi artık bir apartman) biliyorum artık.

Okuması inanılmaz keyifli bu kitabı Kadıköy'e ve tarihe özel ilgisi olan herkese öneririm.

30.11.2014

Instagram'da Denizin Kelimeleri



Blogum için ayrıca bir Instagram hesabı açtım. Kendime ait bir hesabım mevcut ama orada ailemi ve arkadaşlarımı da çok sık paylaştığım için ayrı bir hesap açmayı uzun süredir düşünüyordum.

Takip etmek isterseniz çok sevinirim.
Kullanıcı adım: denizinkelimeleri

Takip için tıklayınız :)

Sevgiler,

Deniz

29.11.2014

Deniz'in Kitapları



Bloga yeni bir bölüm ekleme zamanı geldi sanırım. Eskiden daha çok seyahatlerimi  yazmayı seviyordum, fakat belli ki en az 5-6 ay İstanbul'da olmaya devam edeceğim. Seyahat edemiyorsam, okuduğum kitapları, geçmiş seyahatleri yazmak keyifli olacak. Deniz'in Kitapları'na başlıyorum. 

Kitap okuma konusunda değişik huyları olan bir insanım sanırım. Öncelikle beni mutlu eden, sevdiğim kitapları bin kez tekrar okuyabilirim. Zaman kaybı olarak asla görmem. Bu kitaplar çeşit çeşit; mesela Harry Potter serisini iki kez okudum, bu aralar üçüncü kez okusam mı diye düşünüyorum, gerçekten.

Jane Austen'ın 'Aşk ve Gurur'u yine iki-üç kez okuduğum kitaplarımdan. Emily Bronte 'Uğultulu Tepeler' de yine takıntılı olduğum kitaplardan. Daha nicesi var ama bunlar ilk aklıma gelenler.

Sonra okuduğum bazı kitapları en detayı ile hatırlarken, bir kısmını hiç hatırlamama huyum var. Buna örnek 'Hobbit'i verebilirim. Kitabı seneler önce okumuş biri olarak, son filmi bu kadar heyecanla bekliyorsam, sebebi resmen sonunu unutmuş olmamdır. Bu huyumu seviyorum aslında yeniden ama yeni gibi kitap okuyabiliyorum.

Bir diğer huyum edebi değeri yüksek bir kitap okuduysam, ardından bir tane de 'hafif' diye nitelendirdiğim (zaman zaman chick flick dediğimiz cinsten :)) kitaplar okumam. Bu huyum iş hayatına girmemle oluştu. Kafamı boşaltmak adına okuduğum kitaplarım bunlar. 

Bugün bu 'hafif' seriden iki kitap ile karşınızdayım. Yakın zamanda Amerika'ya giden sevgili ablama siparişlerim bu kitaplar. Üçüncü kitap ise yarın blogda olacak.



How To Be Parisian*
*'Nasıl Parisienne Olunur' diye ben çevireyim ama henüz kitap çevrilmedi
*Parisienne'in Türkçe çevirisi yok sanki? Parisli kadın belki?

Bu kitabı ben instagramda keşfettim, baya iyi pr çalışması yapmışlar sanırım sosyal medyada. 4 Parisli kadının yazdığını okuyunca açıkçası merak ettim kitabı.

Merakımın sebebi kitap kapağının instagramda güzel fotoğraf vermesinden ziyade, üniversite 2. sınıf yazındaki 3 günlük Paris maceram. 

Paris'te sadece 3 günümüz olunca turistik aktivitelerin bir kısmını yapma veya sokaklarda gezinme seçenekleri arasında kaldık ve ikinciyi seçtik. Daha önce de söylemiştim ben seyahatlerde en çok kafelerde oturup, insanları izlemeyi seviyorum. Paris bunun için olabilecek en harika şehir (Viyana da kardeşi bu anlamda) 

Fakat 19 yaşındaki Deniz'in o dönem acayip parasız olduğunu, sevgili kuzeninde kaldığını, 3 haftadır Fransa'nın küçük bir kasabasında gençlik kampında duvar ördüğünü (evet gerçek!) toz topraktan gözünde kocaman bir arpacık çıktığını belirtmek isterim. 

Kafelerde oturup insanları izleyen kız coolluktan baya uzak, Parisianlığın kenarından köşesinden geçmeyen kot-converse-arpacık üçlüsü ile, Paris'in o harika tarzına sahip, cool kadınlarına imrenerek baktı 3 gün boyunca. Bir ara bir kuaförün önünde ben kahkül kestireceğim diye ciddi ciddi düşündüğümü hatırlıyorum. Yine sanki ipek bir şalım olsa, anında o coolluğa erişecekmişim düşüncesi ile mağazalara bakındığım da aklımda (pek tabi param yetmedi, alamadım)

Şimdi 27 yaşımda. hala benim en bayıldığım tarz ve duruş, Paris'lilere ait ise sanırım Paris'te geçirdiğim bu 3 günün etkisi var. 

Kitaba gelirsek; güzel fotoğraflar, komik notlar, ilham verecek bazı öneriler mevcut. Konuya özel ilgim sebebi ile beni hoşuma gitti. Sırf fotoğrafları için bile aldığıma pişman olmadım. Yakında Türkçe'ye çevrilir diye tahmin ediyorum. 

Amazon'da bu kitabı sipariş ederken altta öneri olarak çıkan 'Lessons From Madame Chic'  (*Madam Chic'den Dersler diye çevireyim bunu da) kitabını ise adını biraz basit bulmanın getirdiği önyargı ile beraber, yorumları iyi olunca bir de bunu alalım diyerek, beklentisiz olarak aldım (Belli ki bu alışverişi yaptığım dönem bir Fransa özlemi, özenmesi olmuş bende:)) Şaşırtıcı şekilde bu kitap benim çok sevdiğim, beni pek çok açıdan silkeleyen bir kitap oldu. Bu kitabı ve Fransa'da benim bizzat tanıştığım 'Madame Chic''i ise bir sonraki yazımda uzun olarak yazacağım. 

Son olarak; takip edenler biliyor hala tedavi sürecindeyim, bu konu ile ilgili çok fazla okumayı sevmiyorum. Yine de benim için çok ağır olmayacak 1-2 kitap sipariş ettim. Bu kitaplardan biri fotoğrafta gördüğünüz 'Uplift'. Meme kanseri ve tedavi sürecini geçirmiş bir sürü kadının kısa kısa; yan etkileri ile nasıl başa çıktıklarından tutun, eşleri ile ilişkileri, iş hayatına nasıl döndükleri vb pek çok konuda yaşadıkları yer alıyor. Kitabın yazarı bütün bu yaşananları derlerken esprili ve pozitif yorumları ağırlıkta tutmuş, çok da güzel olmuş. Kitabı bu süreci yaşayanlara, bu süreci yaşayan tanıdıkları olanlara kesinlikle öneririm, keşke Türkçe'ye de çevrilse.

Fotoğraf:Bana ait

13.11.2014

Merhaba Ben Deniz



Öncelikle yorum yazan, güzel dileklerini ileten kişilere çok teşekkür ederim. Paylaşmak gerçekten güzelmiş, iyi ki yazıyorum. Bu sürecin en başında kesinlikle kararını verdiğim bir şey vardı; kendimi sadece hasta olarak tanımlamamak...

Bu öyle bir süreç ki, hayatınızın her alanını evet ele geçiriyor ama bütün bunların yanında bir de siz kendinizi anlatırken 'Merhaba ben Deniz, meme kanseriyim' demeye başladıysanız, bence durum tehlikeli bir hal alıyor. 

Bu hastalık için geçerli değil sadece, kendisini sadece işi ile tanımlayan insanları da tehlikeli bulurum genelde. Halbuki hepimiz binbir rengiz, rengarengiz. 

Merhaba ben Deniz,

Sevgiliyim, eşim, evladım, kardeşim, arkadaşım, kuzenim, yeğenim, okuyanım, yazanım, çalışanım, hayal kuranım, çok soru soranım, hayvanseverim, komiğim, yoga severim, artık 27'yim, İstanbul'da yaşarım, Moda'yı severim ve tedavi sürecindeyim...

Belki 1 yıl sonra yazdığımda yeni renklerim olacak, heyecanla onları bekliyorum... Ama biliyorum ki asla tek renk olmayacağım. 


Fotoğraf: Bana ait-Moda

24.10.2014

Ikinci Round




Kan değerlerim iyi çıkınca, yaşasın kemo alıyorum diye çok sevindim. 2 ay önce kemo almak istemiyorum diye, katıla katıla ağlayan ben şimdi nasıl bu hale geldim acaba. Aferin bana!

İşin sırrı yine bakış açısını değiştirmekte sanırım. Ben ilacın bana şifa olduğuna ve yardımcı olduğuna inanıyorum artık.

Bu sefer ilk 5 gün sanırım depresyondaydım. Aynı yan etkiler ama depresyonum sebebi ile daha zormuş gibi algıladım her şeyi.

Neredeyse bütün hafta yattığım yerden dizi izleyip, uyukladım. Bu demek değil ki ikinci kemo daha zor. Değil aslında ama depresif hissederken enerjin de düşüyor işte.

Bu duygu değişimlerini kabullenmek, negatif hissedince panik olmamak işin önemli bir sırrı sanırım.

Hastalık öncesi acayip pozitiftim, fakat pozitif olmayı çok yanlış anlayıp, negatif düşüncelerimi bastırdığımı şimdi anlıyorum. Artık asabiysem asabiyim,  korkuyorsam korkuyorum. Bu duyguların beni ele geçirmesine izin vermeden, geçip gidişini izliyorum artık.

Güzel habere gelelim. Yine bir hafta on gün sonra yan etkiler beni terk edince, yine doğru düzgün hiçbir şey hatırlamıyorum geçirdiğim günlere dair. 3. gününde 'bir daha tedavi olmayacağım yeteeer!' diyen ben, şimdi hadi üçüncüyü olalım da bitsin diye düşünüyorum.

Geçecek geçecek...

Her zaman bunu akılda tutmak lazım :)

Sevgiler,
Deniz

Fotoğraf:Bana ait/Holga ile çekildi/Gökçeada

17.10.2014

Iyi Görün Iyi Hisset



'Saç baş gitsin canım, sağlığından önemli mi?' 

Bu süreçte en çok duyacağınız sorulardan. Aslında cevabı da basit gibi, tabi ki sağlıklı olmak önemli olan. 

Peki ben niye bu soruyu duyunca üzülüyorum ve içten içe sürekli tedavimle pazarlık halindeyim. 

'Belki saçım dökülmez...'
 'Hımm döküldü, dur bakalım belki kaşlarım kalır....'
'Yok artık, kirpikler de mi gidiyor?'

Kabul edelim güzel hissetmenin, mutlu hissetmekle, mutlu hissetmenin sağlıkla bir bağlantısı var. 

Bu süreci elimden geldiğince güzel hissederek geçireceğim diye söz verdim kendime. 
Bu yazıda da araştırma sonuçlarımı paylaşmak istiyorum.

İnternette kanseri araştırmaktan daha keyifli bir konu bu kabul edelim. Doktorlarımız ne kadar şahane olsalar da, özellikle erkek olanlar yaşanan estetik kaygıyı ve psikolojik kısmını çok anlamayabiliyor. İş başa düşünce, öncelikle bu süreci yaşayanları dinledim. Bütün internet araştırmalarından çok daha fazla yardımcı oldular bana. (Teşekkürler İpek :))

Çevrenizde bu yönde yardımcı olacak birileri yok ise ekte bazı kaynaklar mevcut. Maalesef bulduğum kaynaklar hep İngilizce, ama İngilizce bilmiyorsanız bile yine de videolar yardımcı olacaktır.

  • Adamlar yapmış dediğim bir sosyal sorumluluk projesi ile başlamak istiyorum. Amerika'da şöyle şahane bir program var 'Look Good Feel Better' yani 'İyi Görün İyi Hisset', programın amacı kanserli kadın hastalara kemoterapi esnasında güzel görünmeleri ve hissetmeleri konusunda yardımcı olmak. Program sponsorları ile yapılan workshoplara kemoterapi gören  kadınlar katılıyor ve peruk takmaktan, eşarp bağlama yollarına, kemoterapide özel önem taşıyan kaş çiziminden (bari siz gitmeseniz!), takma kirpik takmaya kadar bilgi alıyorlar. Keşke ama keşke Türkiye'de de olsa... Bu konunun morale olan etkisi sanki çok da önemsenmiyor ülkemizde. Bu linkten internet sitesini inceleyin. Harika kısa videolar var, workshopa katılamasanız da minik ipuçlarını alabilirsiniz. 
  • Yine benim işime yarayan farklı bir iki yazı daha paylaşmak istiyorum. Bu sitede güzellikten, fitnessa pek çok konuda uzman yardımları var. 
           Surviving Beautifully

  • Aşağıdaki 2 linkte ise kanser tedavisini tamamlamış 2 güzellik uzmanının önerileri var.
          Marie Claire'de çıkan yazı için tıklayınız.
          Huffingtonpost'da çıkan yazı için tıklayınız.


Ben kendi yaptıklarımı ayrıca yazacağım. Umarım bu kaynaklar yardımcı olur. 

Sevgiler,
Deniz




5.10.2014

Ilk Kemoterapi



İlk kemoterapimi mutlaka bloga yazayım, birilerine yardımcı olurum diye düşünüyordum. Sonra dedim ki belki ikincide farklı hissederim, bir onu da geçireyim öyle yazayım.

Planlar planlar....

Yaz işte şimdi, farklı hissedersen, onu da sonra yazarsın değil mi? Nitekim yine hayat 'Hala mı öğrenemedin, plan yapma bu kadar' diyerek, ikinci kemoterapimi kan sayımım nedeni ile bir hafta erteletti. Şu an iğnelerimi yedim, beklemedeyim.

Nasıl kanser sözcüğünü sevmiyorsam, kemoterapi sözcüğünden de cidden nefret ediyordum. Kemoterapi benim gözümde hala, neredeyse 10 küsür yıl önce akciğer kanserinin son aşamasında olan dedemin gördüğü, onu yatak döşek yatıran bir tedavi şekliydi. Nitekim ameliyat sonrası, patoloji sonuçlarımı inceleyen doktorların kemoterapi göreceksin laflarına katılarak ağlamam işte hep bu sebeptendi. Bir şekilde ondan yırtarım diye düşünüyordum.

Tedavim kesinleşince, beni gören herkes, 'Ooo her şey çok değişti, gelişti' diye ikna etmeye çalışadursun, yaşanacaksa yaşanacak aman moduna geç de olsa biraz da olsa geçebildim. O esnada nikah hazırlıkları ile uğraşmam, kafamın bu konudan uzaklaşmasına destek oldu.

Bu noktada tavsiyem; kemoterapi alacaksınız, almadan önceki süreniz artık 1 hafta mıdır, 2 hafta mıdır, bu günleri kendinize zehir etmeyin. Zaten azcık bir süre önce kanser olduğumuzu duymuşuz, her anın tadını çıkaracağım diye karar almışız, şimdi başınıza gelip gelmeyeceğinden emin olamayacağınız yan etkiler için ağlama zamanı değil. Hobimizdir, kitaplarımızdır, ailemizdir, sevdiklerimizdir ne bulursak ona sarılıyoruz ve keyif alıyoruz.

Kemoterapiyi beklerken sanıyor musunuz ben anın tadını her an çıkardım? Hep beceremedim tabi ki, benim deyimimle mini depresyonlar sık sık tekrarlandı. Buna zaman zaman dış faktörler zaman zaman zaman ben sebep oldum. En uyuz olduğum insan tipi, sürekli bana ne zaman kemoterapi olacağımı soranlar ya da tanıdıklarının kemoterapi süreçlerinden örnekler sunanlardı. Şunu lütfen artık anlayalım, sormadıysam, anlatacaklarını dinlemek istemiyor olabilirim dostum! Sus!
Nitekim bu tip insanlara gerektiğinde eskiden hiç huyum olmadığı halde sert tepkiler verdim, siz de çekinmeden veriniz.

Gelelim ilk kemoterapime... Ben çok etkilenmemek adına ilaçların yan etkisini bile okumayan bir insanım. Ne zaman okusam, o yan etki beni bulur zaten. Doktorum tedavinin başlangıcının 4 ağır kemo ile olacağını söylemişti, saçlarımın döküleceğini, halsiz olabileceğimi söylemişti, 4'ü bitince haftalık daha light bir kemo versiyonuna (meşhur herceptinli) geçeceğimizi biliyordum, bu kadar. İlaç isimleri vb her şey tabi ki paylaşıldı, ama ben bilerek dikkat etmedim de, okumadım da araştırmadım da. Siz öyle yapın demiyorum, ben sadece onkologuma zaten güveniyordum, farklı 2 doktora daha da görünmüştüm ve bu hastalık konularında az bilmenin mutluluk olduğunu düşünenlerdenim, çok da eşelemedim o nedenle.

Tabi hepten kör sağır da değilim, saçım dökülecek, belki bulantı, belki iştahsızlık falan genel herkes tarafından bilinen yan etkilere hakimdim.

İlk kemoya maaile gidip, kan sayımı ardından malum odaya alındım. İçeride herkes uyukluyordu ve herkes baya yaşlı gibiydi, en azından en genç bendim. ('Neden ben?' zamanı değil Deniz diye kendimi uyardım)

Uyuklama mevzusu beni rahatsız etti, çünkü hastaneye enerjik girip enerjik çıkacağıma kendi kendime söz vermiştim. Nitekim uyumayacağım diye inat ettim. Alerji için verdikleri ilk serumu yiyip, gözlerim kapanmaya başlayınca, azcık panik oldum, daha ilk serumda bu hale geldiysem diye. Uyumayacağım işte, güle oynaya çıkacağım inadındaydım hala. Neyse ki hemşireler, alerji serumunun çok uyku yaptığını, herkesin bu nedenle uyukladığını söyledi, diğer ilaçların aynı etkiyi yapmayacağını fark edince biraz rahatladım ama uyumadım da. Sonra bir sürü serum değişti, biz TV izledik, muhabbet ettik.

Sabah kahvaltısı ile durduğumdan ve midem bulanır mı endişesinden kahvaltıdan beri bir şey yememiştim. Baktım bir ilaç gidiyor, yenisi geliyor, biz daha buradayız, dayanamadım peynirli  küçük sandviçlerden yedim. (Evet kemo esnasında yemek yeniyor, çay falan içiliyormuş, benim için de yeni bir bilgiydi :))

Hemşireler en sonunda son ilaca geldiğimizi söyleyip, beni azat ettiklerinde, hafif uykulu ama çok da kötü hissetmiyordum. Yaşasın!

Gelelim sonrasına...

Öncelikle harika ilaç Emend, seni bulana bin şükür. Kemodan 1 saat önce ve sonraki 2 gün aldığınız bu ilaç bence süper bir şey. Anladığım kadarı ile artık tüm kemoterapi görenlere veriliyor. İlk 3 gün ağzımda bir tatsızlık, neredeyse sürekli devam eden ama yememi içmemi hareket etmemi engellemeyen, hafif bir bulantı dışında iyiydim. Ama genelde sürekli halsizdim, arada temiz havada 15-20 dakika yürüyüşler yaptım ama genelde kanepede kitap, tv ve uyuklama ile geçti ilk 3 günüm.

Benim korkulu rüyam, mide bulantısı idi. Halsizlik pek de umrumda değildi, yatar geçersin değil mi? Çok şükür bulantım ilk günler kötü değildi. Acayip dikkatli, organik, süper sağlıklı beslenmeye pek dikkat ettim. Bu  hususta ufak bir  not; doktorunuz  ile görüşünüz ve asla ama asla kocakarı ilaçları tüketmeyiniz.

Doktorum 5-6 gün sonra kan sayımımın çok düşebileceğini, halsizliğimden panik olmamı söylemişti. Nitekim sanırım düştü ki, aniden düşen tansiyon hissi, bulantı vb şeyler yaşadım ama hayatımın en zor günleri değildi.

İşin komiği ne biliyor musunuz? 10 gün sonra hafif halsizlik dışında, pek çok yan etki sizi terk ettiğinde o an yaşadığın gibi istesen de hatırlayamıyorsun o günleri. Aman geçti bitti işte diyorsun.

Vücudun kontrolü bazen de sende, ben iştahıma bir şey olmayacağına güveniyordum mesela, cidden bir şey olmadı. Halsiz olmak benim açımdan evde olacağımdan sorun değildi ve kesin acayip halsiz olacağıma inanıyordum nitekim hep halsizdim.

Çok uzun bir yazı oldu ama son bir tavsiye ile sonlandırayım; her okuduğunuz, duyduğunuz yan etkinin başınıza geleceğine inanmayın. İnanırsanız gelir. Size ah vah diye yan etki söyleyenlere ya cevabını verin ya duymayın. Mesela benim kemoterapim bittiğimde yanıma gelen bir kadın, benim aldığım ilaç kısmını çok şükür bitirdiğini, aman da aman ne zor olduğunu anlattığında, kendisine cidden sinirlendim. Niyet iyi kötü beni bağlamaz, herkes farklı yoğunlukta yaşıyor bu süreci, tecrüben olumlu ise paylaş, olumsuzsa bazen susmayı bil.

Bir sonraki yazım çok daha eğlenceli ve Türkçe kaynaklarda çok eksik gördüğüm bir alan üstüne olacak.

Sevgiler,

Not: Tamamen kendi tecrübelerimi paylaştım, sizin tecrübeleriniz çok farklı olabilir. Benim yaşadıklarım ve anlattıklarım da dahil, sağda solda anlatılanları asla sağlığınız için kılavuz belirlemeyin. Her adımda doktorunuza danışın. 

Fotoğraf: Pinterest

25.09.2014

Sevgili Saçlarım



Sevgili saçlarım,

Bu yazım size... Bugüne kadar üstüne çok düşünmediğim bir bağlılık varmış aramızda, şimdi anlıyorum. Yollarımızın ayrılacağını, bütün bu kemoterapi süreci başlamadan önce söylemişlerdi, hazırım sanıyordum, değilmişim...

Dün banyoda birden dökülmeye başlayınca, gözlerim dolu dolu oldu ister istemez. 2 haftadır belki dökülmesini erteler diye saçlarına tarak değdirmemek işe yaramıyormuş meğerse, kendimi kandırmışım.

9 aydır, düğünüm için kestirmeye kıyamadığım, bakım maskeleriyle sarıp sarmaladığım saçlarım, şu dökülme işi daha az dramatik olsun diye küt kestirmiştim sizi zaten. Etrafımda baştan kazıt moralin bozulmasın diyenler vardı ama bence sizle geçirdiğim 2 ekstra haftaya yine de değerdi.

Kendimi kötü hissettiğimde maşaladığım, bunaldığımda kafamda topladığım, şekil almamasından dert yandığım güzel saçlarım, yarın uzunca bir süre görüşmemek üzere ayrılıyoruz. Durup durup ağlamam bu yüzden. İçten içe biliyorum çocukluk yaptığımı, bunun tedavinin bir yan etkisi olduğunu, her şey bitince geri geleceğinizi. Elimde acayip mantıklı ve doğru açıklamalarım var ama elimde değil üzülmemek. Dışarıdan bakınca çok saçma, yaşayan olunca ne zormuş ayrılmak...

Yeni aldığım bonelerim, eşarplarım ve peruğumla sizsizliğin acısını dindirmeye çalışacağım. Biraz ağlayacağım, boşver diyenlere bolca kızacağım ama bir noktada aynada yeni halime gülümseyeceğim, gülümsemek zorundayım.

Geri dönmenizi dört gözle bekliyorum ama unutmayın...

Deniz

Fotoğraf: Bana ait, Holga ile çekildi

22.09.2014

Kanser Olduğunu Öğrenmek



Sanki yazdıkça, insanlara anlattıkça daha gerçek olacak gibi geliyor her şey. Yazmamam da, çevremle pek konuşmak istememem de bundan. Fakat içimde bir yerlerde aslında paylaşmak istediğimi de biliyorum.

Ben neyi ne kadar paylaşmalıyım diye düşünürken instagramda bazı kişileri gördüm, rahatça çekinmeden hastalığı, tedavi sürecini paylaşıyorlardı. Bloglara baktım pek çoğu umut verecek şekilde ama dürüstçe paylaşıyordu yaşadıklarını. Okuduklarımın çoğu beni yaşadıklarıma  hazırladı, bu nedenle ben de bir kişiye bile yardımcı olacaksam paylaşmak istiyorum.

Bütün bunları yaşıyor muyum, yaşıyorum. Bir süre daha yaşayacak mıyım, yaşayacağım... O zaman paylaşmaktan korkmamam lazım. Hele ki yazdığım bir cümle bile bu teşhisi yeni almış birine umut olacaksa, mutlaka yazmalıyım.

Tedavime ve hissettiklerime geçmeden önce işin başına dönmek istiyorum, çünkü çok önemli bir noktanın altını çizmek istiyorum. Bir önceki yazımda yazdığım üzere bana 26 yaşında meme kanseri teşhisi kondu. Aile geçmişimde meme kanseri bulunmuyor. Olasılık baya düşük anlayacağınız ve çok şükür ki başlangıç dediğimiz seviyede yakalandı, fakat bu misafir hücrenin yapısı biraz agresif çıktı. Bütün bu zorlayıcı tedaviler bu yüzden.

Benim altını çizmek istediğim nokta şu; genel bilgimiz 35-40 yaşlarından sonra düzenli mamografi çektirinden öteye gitmiyor. Meme kanseri mevcut yaşam koşullarında maalesef benim gibi çok daha genç insanlarda görülmeye başladı. Hastalık hastası olmanın anlamı yok ama elle muayene için 35'i beklemenin de bir anlamı yok. Örnek olarak benim durumumda 30'lu yaşları beklemek çok daha zorlayıcı sonuçlara yol açabilirdi.

Peki ben elle muayene yapıp mı keşfettim bu hastalığı, aslında hayır, tamamen şans eseri kitlenin elime çarpması ile hissettim. İş yerimde herkesin hastalıklarla uğraştığı bir dönemdi, biraz da bu psikoloji ile ertelemeden ertesi gün doktora gittim. Bir şey çıkmayacağına açıkçası güvenim tamdı. Doktorum ultrason istediğinde hala güvenim tamdı. Ultrason sonucu biyopsi isteği çıktığında bile sanırım hala kötü bir şey çıkmayacağına inanıyordum. Doktorumla hala biyopsiyi düğün sonrası yapıp yapamayacağımız pazarlığını yapmam sanırım bunun kanıtı.

Çevremden çok fazla özel hastane, para tuzağı, bu yaşta ne biyopsisi gibi laflar duydum ama dinlemedim. Siz de olur da bu durumda olursanız dinlemeyin.

Biyopsi sonucunu aldığımda, bir şeylerin ters gittiğini anladım. Karsinom, tümör gibi şeyler yazıyordu. Daha sonra gün içinde en az 2 kez kullanacağım karsinomun ne olduğunu o dönem bilmiyordum ama anlamıştım sanki. İzinde olan doktorumu cep telefonundan arayıp sonucu okumam, bana kanser olduğumu telefonda söylemesi, tedaviden kısaca bahsetmesi. Ah ne zordu... Kimse yaşamasın bunu... Ama yaşayan var ise bilsin ki, geçecek... O ilk panik, nefes alamama, tüm korkunç senaryoları düşünüp ağlama geçecek... Ama en sevdiklerinin karşında ağlaması, o kısım zor.

Ben nedense ah bunu böyle yapsaydım, ah şunda hata yaptım diye düşünemedim hiç duyduğumda. Keşke daha az stresli olsaydım, kafama daha az şey taksaydım diye belli belirsiz düşündüğümü hatırlıyorum ama içimi en burkan geçmiş değil, kaçıracağım bir gelecek endişesi oldu. Beni sevenler, beni kaybederse kendini çok zor toparlayacak olanlar, o dönem nişanlım, şimdi canım eşim, en iyi arkadaşım ablam, annem, babam, arkadaşlarım hatta köpeğim... Herkesi düşünmek, herkes için hem güçlü olmaya çalışmak, hem de kendin için deli gibi korkmak...Zor, çünkü önünde bir yol haritan yok, tedavinin nasıl olacağını söyleyen yok, kanserinin seviyesini söyleyen yok. Çok zor...

Bunu yaşayan, bu şüpheyi yaşayanlara net tavsiyem sakin olmanız, öyle hemen pes etmek yok. Sakin olun, testlerinizi olun, durumu doktorunuz incelesin ve size bir tedavi, yol haritası çizsin. Şu anki paniğinizin en önemli nedeni bu bilinmezlik.

Benim hikayem tüm ailemin apar topar yazlıktan İstanbul'a dönmesi ve doktor araştırmaları ile devam etti. Ailemin yanında az ağladım, kendimi tuttum. Bu kısma çok gerek var mı emin değilim ama size gözleri dolu dolu, içi titreyerek bakan sevdikleriniz olunca güçlü olmaya çalışıyorsunuz.

Kıssadan hisse; yaşım genç demeyin kontrollerinizi ihmal etmeyin. Kötü bir şey çıkar korkunuz yüzünden biyopsiyi ya da doktora gitmeyi sakın ertelemeyin. Sonuç kötü çıkarsa bile yol haritanız çıktığında her şeyin biraz daha yoluna gireceğine inanın.

Bir sonraki yazımda, ameliyat ve diğer tedavi kısımlarını, nasıl hissettiğimi yazacağım. Bu yazıda kanser teşhisini duymanın nasıl bir his olduğunu  paylaşmak istedim sadece.

Biliyorum ki çok daha güçlenerek bu günleri geçireceğim. Çünkü yukarıda yazdığım anların üzerinden geçen zaman 2 ay bile olmadı, fakat bu sürede ben daha da büyüdüm, olgunlaştım, bu satırları yazabilecek güce ulaştım. Her şey çok daha iyi olacak...

Fotoğraf: Pinterest

9.09.2014

...




Nereden başlasam nasıl yazsam... Belki de bu zamana kadar yazdığım en cesur ve en kendim ile ilgili yazım olacak bu blog'a.

Öncelikle 1 Ağustos 2014'de hayatımın hangi aşamasındaydım, kısaca özetlemek isterim. Sevdiğim adamla evlenmeme 1,5 ay var, işten yorulmuşum ama balayı falan tatillerle yorgunluk kalmaz diye düşünmekteyim. Incık cıncık süslerle, bekarlığa veda yapsam mı yapmasamlarla mı kafa yoruyorum. Hayat hem rutin hem heyecanlı, içten içe de hep erteleme durumlarım da var, onu düğünden sonra yaparım, bunu yeni eve taşınınca alırım, oraya sonra giderimlerle geçiyor günler. Geri sayıyoruz nitekim, bir planımız var tıkır tıkır işliyor değil mi...

Değil işte, 2 Ağustos'ta bana 'meme kanseri' teşhisi kondu. Hop bir anda dünya durdu. 26 yaşındayım, 1,5 ay sonra evleneceğim ve meme kanseriyim, deli gibi de korkuyorum, yeni gerçeğim bu oldu.

Fazla dramatik ve travmatik bir gün, bir bilinmez, korku, sevdiklerinden kaçma. Ne zordu o ilk gün.

Sonra çözüm arama, en iyi doktorları araştırma, saçma sapan internet araştırmaları yapma.

Arada ama hep 'Neden ben?' sorusu, kimseye kötülük yapmadığıma en azından isteyerek yapmadığıma çok eminim, hep iyi evlat, iyi dost oldum, genç yaşımda ömrümü paylaşmak istediğim, aşık olduğum hayat arkadaşımı buldum, hani 30'dan sonra risk başlıyordu. Neden ben?

Ailemin devreye girmesi ile bir anda nedenleri bıraktım, nasıl çözerize odaklandım.

Öncelikle harika bir doktor bulduk, babacan, güler yüzlü, beni kızı gibi gören. 1 tam günümü olabilecek tüm testlerle geçirdim, test sonuçlarını aldım, ertesi sabah koşa koşa ameliyata girdim. İyileştim, yeni sonuçlar bekledim, panik oldum, ağladım, güldüm, içime kapandım, şükrettim ve benim deyimimle ilk yarıyı tamamladım. Arada kendimi iyi hissettirecek 1-2 ek terapi de aldım. Yoruldum ama başardım.

İkinci yarımda beni bir aksilik olmazsa bir nikah, bir kutlama yemeği, bir de kemoterapi bekliyordu. Doktorumun izniyle nikahımızı  ve arkadaşlarımızla harika bir kutlama yemeğimizi yaptık.Yarın ise sıra ilk kemoterapide.

Belki bu yazıyı ilk defa bu teşhisi almış biri okur, neden ben diye soruyordur. Biraz da bundan yazdım galiba. Öğrendiğimden beri sadece beni pozitif etkileyecek kişileri dinlemeye, hikayeleri okumaya çalışıyorum. Ben de bu hikayelerden biri olmak için çabalıyorum ve bu hikayemi yazmaya çalışacağım.

Hayatta almamız gereken bazı dersler olduğunu, seni olgunlaştıracak bazı olaylar olduğunu düşünüyorum. Dersimin bir kısmı sanırım bu güzel hayatın kıymetini daha iyi bilmekti, biliyorum. Daha korkusuzca, daha istediğin gibi, daha özgür yaşamak, içinden gelenleri haykırmak benim dersim.

İkinci kısımda beni başka dersler bekliyor, neler olacaklarını da tahmin ediyorum. Başarılı olacağımı da biliyorum ama güçlü ve pozitif olmam lazım.

Hayatı seviyorum,  böyle tatsız süprizlerin bile bir nedeni olduğunu düşünüyorum.

Not: Teknik ve tıbbi detaylara girmedim, internetin bu anlamda hem harika bir kaynak olduğunu hem de çok fazla bilgi kirliliği yarattığını düşünüyorum. Sorular olursa yorum ya da e-mail olarak iletebilirsiniz. Ben de elimden geldiğince yazacağım.

Fotoğraf: Pinterest







9.04.2014

Holga Maceralarına Devam

Bazen gidip filmlerimi almam günlerimi alıyor, üşeniyorum, pahalı diyorum aman bir sürü uygulama var artık diyorum ama yok analog heyecanı bambaşka bir şey her seferinde daha da ikna oluyorum!

Yine şaşırtıcı sonuçlar, yine mutluluk...

Fotoğraflar Gökçeada'dan, fotoğraf makinemiz Holga, aklımız yazda...








6.04.2014

Antikacılar Çarşısı



Sebebini tam çözemediğim bir eskiye özlem hali her daim mevcuttur bende...
Eskiden her şey daha kıymetliymiş, her şeyin değeri daha iyi bilinirmiş gibi geliyor bana. 

Tüketmenin bir sonu var, aldığın eşya yıllarca pırıl pırıl dayanıyor, eşyalar üstüne pek çok anıyı yükleniyor... Dinlediğin o plak, okuduğun o kitap daha değerli... Zaman sanki daha bol, yaz sıcağının rehaveti ile hiç bitmeyeceğini düşündüğün öğle saatleri gibi...



Düzenli gitmem ama antikacılar yaşım ilerledikçe gittiğimde en mutlu hissettiğim dükkanlar olmaya başladı sanki. 

17.03.2014

...

Bu 3 gün önce bize veda eden bir meleğe veda yazısı…

Herkesin sevdiği bir insan olmak mümkün mü?

Sanıyorum mümkün değil.

Peki iyi yürekli olduğunu düşündüğün herkesin, sevdiği insan olmak mümkün mü diye düşündüm sonra. İşte bu mümkün… İyi yürekli isen, ağzından çıkan sözler dürüstse, anlayışlıysan, kalbin tertemizse, kalbin kirlenir gibi olduğunda ilk kendini uyaran sen isen, vicdanın başkaları seslenmeden, sana avaz avaz bağırıyorsa yanlış yaptığında, sevilmemen ne mümkün senin gibiler tarafından.

Ben işte tam bu insanı tanıdım, tertemizdi, pırıl pırıldı, güzel yüreği yüzüne, gülüşüne yansımıştı. Hesapsızdı, kitapsızdı, çoğu insan gibi kolay olanı değil, dürüst olmayı seçmişti.

En büyük korku çoğu zaman unutulmak, benim içinse unutmak. Unutmak istemiyorum onu, güzel yüreğini, bana nasıl iyi bir insan olacağımı öğreten o güzel kişiliğini, dostluğunu, ablalığını, pozitif enerjisini, hayallerini, gülen yüzünü… Unutmak istemiyorum ve unutmaktan çok korkuyorum.

Böyle iyi insanlar unutulmazsa, kalbimizde bir yerlerde durursa, düşündüğümüzde yüzümüzde buruk ama içten bir gülümseme oluşturursa, iyiler kazanır.
İyi olmak istiyorum.

İyi kalmak istiyorum.

İyiler kazansın istiyorum.

2.02.2014

Bazen Günlük Gibi Yazsam, Sorun Olmaz Değil mi?



Doğrusu içimi döktüğüm günlük diye nitelendirebileceğim not defterlerim hep başucumda, yukarıda gözüken Ece Ajandası ise benzer ama daha resmi bir görüntü altında gizli günlük şeklinde hep çantamdadır.

İlk yazımda çok iddialı bir yaklaşımla bu blog bir günlük değildir efendim diye atıp tutmuştum. Son 2-3 yazıma bakıyorum da blogum sinsice ek bir günlük olma yolunda. Eh bunlar da "Deniz'in Kelimeleri" nitekim, olaylar böyle gelişti ise ne yapalım, yazmaya devam...

Bunlar da ilginizi çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...